Sporda yan yana yürümekten çok da hoşlaşmayan iki iyi arkadaş; Estetik ve Başarı
- ozanboun
- 5 Şub 2016
- 6 dakikada okunur

Merhaba arkadaşlar.Soğuk bir istanbul havasında,bütün spor sahalarımız karla kaplıyken üstelik sporun doğasına dair düşünmenin tam zamanıdır.Bir spor dalının tekniği,antrenmaları,sonuçlarını değerlendirirken zaman zaman da arka plandaki bazı sorunsallara da eğilmek gerektiğine inanıyorum.Bugün sporda kazanmak ve estetik kavramları üzerine biraz yazmaya çalışacağım.
Bu iki kavram birbirleri ile tamamen zıt kavramlar olmasalar da, sık sık herhangi bir spor branşının müsabakasında ayrı taraflarda yer aldıkları görülebilir. Bunun birçok sebebi olabilir.Eğer bir artiztik patinajcı veya cimnastikçi değilseniz, icra ettiğiniz sporda kazanmak için göze hoş görünmeniz illaki bir zorunluluk değildir.Özellikle puanlı sporların çoğunda ödül her zaman puanın kendisi,daha doğrusu daha önceden belirlenmiş görevlerin yerine getirilmesidir.Dilerseniz benim daha aşina olduğum spor dalları üzerine bu konuyu düşünerek biraz özelleşelim.
İlk olarak futbol ile başlamak istiyorum.Futbol doğası itibari ile atak,topa hakim olarak,adam eksilterek veya milimetrik paslarla rakip kaleye gidilerek yapıldığında hem oyuncuları hem de seyircileri coşturabilen bir spordur.Milli takımlar düzeyinde günümüz Almanyası,birçok kuşaktır süregelen Brezilya,Afrika’nın incisi Fildişi Cumhuriyeti çok estetik ekiplerdir.Hem sahadaki duruşları ile hem de oynadıkları oyun ile birçok kişinin sevgisini kazandıklarını söylemek yanlış olmaz.Biraz daha eskiye gidersek Maradona’nın ve Batistuta’nın Arjantinleri,Van Basten’in Hollanda’sı bu listeye eklenebilir.Kulüpler bazında ise İspanya’nın Real ve Barcelona’sı, Premier Lig devleri City,Arsenal ve Liverpool,Almanların gururu Bayern ve Dortmund bu listeye dahil edilebilir.Tabiki bu noktada bu beğeninin subjektif olduğunu da belirtmek gerek.Diğer yandan asıl önemli olan bu takımlar dünya genelindeki turnuvalara yıllar boyu ambargo koymuşlar mıdır? Hayır.Birçoğu başarılı olarak nitelendirilebilecek bu kulüplerin, kadro yapıları ve oyuncu becerilerine nazaran daha az başarıları bulunmaktadır.Peki nedir bu sporu güzel arz-ı endam etmeye rağmen istenen başarının yakalanamamasına neden olan şey? Spor veya yukardaki değişimizle futbol, profesyonel düzeyde yapıldığında bir iştir. Kazanmak için yapılır.Sezon öncesi hedefler konur.Transferler yapılır,tonla para dökülür.Neden? Her maç ortalama kaleye 15 şut çekmek için değil.Topa yüzde 65 ile sahip olmak için değil.Şampiyonlar Ligine direkt gitmek veya Uefa kupasını almak için.Seyirciler bile çok güzel bir bacak arasına tav olurken,maç sonunda skor tabelasına bakarlar.Hafta boyu arkadaşlarının nasıl yendik,nasıl gömdük laflarına ne cevap vereceklerini düşünürler.Süper Lig’te yıl içindeki 4 derbiden hiç galibiyet çıkartamayıp da sezon sonunda sözleşmesi yenilenen bir teknik adam hatırlıyor musunuz?Kabul edelim;spor bir endüstiridir.Futbolcuların maaşları,yeni yapılan statların masrafları,altyapı okulları hep para gerektirir.Siz internetten 120 liraya bir forma,kredi kartına 10 taksite kombine alırsınız fakat takım Uefa’da bir tur geçince bu parayı bine,on bine katlar.Takımlar sponsorlarından her yıl dünyanın parasını alırlar ve onları da memnun etmeye çalışırlar.Burda bahsedemeyeceğim, çoğunu benim bile duymadığım sebeplerden takımların kazanması gerekir.Peki takım dediğimiz nedir burda;bir organizasyon,bir hiyerarşi. İlk önce bütün bu organik dokunun en üstündeki yöneticiler... Yöneticilerden teknik direktöre.onlardan sporculara,ve yan unsurlara devam eden bir zincir... Ve sporun doğal,kendi içinden gelen kazanma hırsına bu yapının içerisindeki çeşitli baskılardan kaynaklanan kazanma gerekliliği de eklenir.Bu da bizi estetik ve kazanma arasında doğan çelişkiye getirir. Takımlar güzel oynamak istedikleri halde eğer bu müsabakayı kazanma zorunluluğu ile çelişirse,kazanmak için oynamayı seçerler.Bu doğaldır.Mourinho’nun Chelsea’si, İnter’i doğar.İtalyan katenaçyosu ile Herrera ortaya çıkar.Süper Ligte kendi evinde 4-5 hafta gol atmadığı halde yenilmeyen takımlar peydah olur.Uzun lafın kısası maddi olarak kaybedecek çok şeyi olan kulüper iyi oynamak yerine kazanmak için oynamayı kolayca seçebilirler. Peki daha bireysel bir spor olan teniste sistem nasıl işliyor? Bu noktada önce bizim gibi amatör seviyelerde bile var olan bir kangrenden bahsetmek istiyorum.
Tenisin takım sporlarından ayrıldığı en önemli nokta; eğer yetenekli ve estetik bir oyuncu olsanız da tenis oynarsınız,olmasanız da :) Bir takımın içinde oyunu güzel gösterecek en az birkaç oyuncu olabilecekken,tenis bireysel bir spor olduğu için siz neyseniz kortun sizin tarafınızdaki oyun da tam olarak o olur.Hatta bir tarafın oyun anlayışı teniste oyunun genel gidişatını çok fazla etkilediği için, genel olarak sıkıcı ve sevimsiz oyuncular aynı şekillerde maçlar yaratır.Bu noktada sıkıcı oyunu da tanımlamak istiyorum.Amatör seviyedeki hobi oyuncuları için sıkıcı oyun ne olursa olsun topu oyunda tutma odaklı ve neredeyse hiç risk almamaya dayanan bir şekilde kendini gösterir.Servisten itibaren 20,30 hatta 40 vuruşluk rallilere haır ve puan boyu rakibinin hatasını bekleyen birçok oyuncu bulunmakta.Bu tip oyuncuların defansif becerilerini ve kondisyonlarını takdir etmekle beraber bu oyundan para kazanmadıklarını ve bu şekilde kendilerini çok geliştiremeyeceklerini hatırlatmak isterim.Tenis iki oyuncu arasındaki seviye farkı çok fazla olmadığında genelde daha az hata yapanın kazandığı bir oyundur.Tabiki de ben senden iyiyim,o yüzden ben kazanmalıydım ama sen hiç risk almayarak kazandın,çok ayıp tarzı bir yaklaşım içinde değilim fakat sayısal olarak tenisteki bu garip durumu daha iyi gösterebileceğimi düşünüyorum. Şimdi bütün bileşenlerden bağımsız bir şekildeher 10 winner denemesinde 4 defa başarılı olabilen ve 2 defa başarılı olabilen iki oyuncu olduğunu farzedelim.Ve ilk oyuncu bu iyi yüzdesine de güvenerek her set ortalama 60 winner denesin.Diğer oyuncu ise baya güvenli bir oyunu tercih ederek set boyu 10 winner denesin.Birinci oyuncu kendi vuruşlarından 24 puan çıkartırken rakibinin denemelerinden de 8 puan kazanır ve toplamda 32 puan elde eder.İkinci oyuncu ise kendi denemelerinden 2 puan çıkarmasına rağmen rakibinin yaptığı hatalardan 36 puan alarak toplamda 38 puan elde eder. Bu rakamlarda ikinci oyuncunun seti kazanması için yeterlidir.Bu sayılar biraz Devlet Bahçeli hesabı gibi görünebilir fakat oyun tarzları açısından düşünüldüğünde çok da sıradışı değiller.Hatta ikinci oyuncunun set boyu 20 winner denediğini düşünsek bile 42-40lık küçük bir farkla geride kaldığını görüyoruz.Ayrıca bu sayıların winner denemeleri hariç yapılan basit hatalardan izole olduğunu söylemiştik.İkinci oyuncu tipinin 7+ rallilerde hata yapma şansının daha düşük olduğunu da göz önüne alırsak rakibine nazaran 2 katı bitiriciliğe(birçok durumda yeteneğe de denilebilir)sahip bir oyuncunun sadece oyunda kalan rakiplerine yenilme ihtimali çok fazladır.
Tabiki estetik doğrudan ne kadar atak oynadığınız anlamına gelmiyor. Fakat toplara vururken ürettiğiniz güç,onları ne kadar dar veya zor açılara gönderebildiğiniz,drop-shot denemeleri,servise yüklenmeler,fileye çıkışlarınız ,bunların hepsi hem sizi atak bir oyuncu yapmakta hem de tenisini güzelleştirmektedir ve bence 'benim' diyen her amatör tarafından da denenmelidir.
Dilerseniz şimdi de tenisin duygusal kısmından sıyrılıp biraz da profesyonel kısmına bakalım.Futbol için geçerli şeyler kısmen de olsa profesyonel tenis için de geçerli.Oyuncular kazanmaya çalışıyorlar çünkü bu onların mesleği.Geçilen turlar,alınan kupalar hem bir gurur kaynağı hem de emeklilik yatırımları.O yüzden maçın önemli puanlarında estetik gözetmeyen oyuncuları kimse suçlayamaz.Fakat gel görki profesyonel teniste de işin acımasız bir yüzü var.Sponsorlar konu bir oyuncuyu pazarlamak olduğunda estetik oyunculara çok daha önem veriyorlar gibi.Gücünüz,kazanma beceriniz,kararlılığınız ne düzeyde olursa olsun,korta yakışma dediğimiz şey bir profesyonelin hakettiği saygıyı görmesini engelleyebiliyor.Djokovic bu konudaki en önemli örnek. Murray,Ferrer gibi oyuncular ise cabası.Diğer yandan halihazırda çok büyük bir başarısı olmasa da Monflis,Dimitrov gibi oyuncuların gördüğü ilgi onların estetik ve atletik becerileri ve iyi görünüşleri ile de ilgili.Tweenerlar,uçan voleler maçınızın aralarınına serpiştirilmeli, Veya en azından insanlar sizden bunu bekleyebilmeliki siz gene maçınızı rahatça oynayın.Bu hem izleyicilerin ilgisini çekerken hem de kan kokusu alan sponsorları da sizin etrafınız da döndürmeye yarıyor.İşte tenisteki en derin çelişkilerden biri burada yatıyor.Topu oyunda tutma ve kazanma bağlantısı ile bitiricilik ve seyirci memnuniyeti...Tenis bu konuda futbol ve basketboldan daha radikal bir şekilde ayrılıyor.
Björn Börk'ün inanılmaz defansı ile aldığı 11 grand-slam, Nadal'ın acımasızca rakiplerinin bachkandine gönderdiği spinli topların yardımı ile aldığı 14 grand-slam,Murray'nin kortunu inanılmaz bir şekilde koruyarak bir istikrar abidesi olarak yıllardır ilk 4 içinde olması ve son 3 yıldaki inanılmaz Djokovic dominasyonu...Bunlar günümüzdeki 'tenis rakibini bir vuruş daha yapmaya zorlamaktır ' sözünün canlı karşılıkları. Tour'da en tepeden başlayarak aşağılara doğru bu mantaliteyi neredeyse bütün karıyerine yaymış yüzlerce oyuncu var.Çok üst düzey oyuncularda daha başka becerilerden dolayı çok belli olmasa da uzun zamandır Tour'da ilk 50-60 barajında olan Mannarino'yu izlerseniz beni daha iyi anlayacağınızı umuyorum.Fakat bu noktada Djokovic'in her yıl oyununa bir şeyler kattığını, bir yıl fileye daha çok çıkmaya başlarken,bir yıl daha çok drop-shot denediğini de görüyoruz.Federer gibi estetiğin kortta vücut bulmuş halinin bile bazı puanları sadece defans yaparak kazandığını bu yaşında bile çok seyrettik.Dediğimiz gibi bu onların mesleği,işi ve çok da yadsımamak gerekiyor.Yine de Federer'in Djokovic'ten daha çok sevilmesinin(ve bu sevginin pazarlanmasının da) nedenlerinden birinin de bu görüntü farkı ve seyirci beğenisi olabileceğini farketmekte fayda var.
İsterseniz bir de basketbloa bakalım.Basketbol da bir takım sporu olduğu için toplu halde defansın önem kazandığı bir spordur.Fakat hücum süresi kısıtlaması takımları hücum esnasında hızlı hareket etmek ve çabuk karar vermek zorunda bırakmaktadır.Yine de iyi savunmacı takımları rakiplerinin hücum ritmlerini bozarak onları alıştıkları oyununun dışına çıkarmayı başarmaktadırlar.Bu ritm bozukluğunun rakibin savunmasında yarattığı yıkımı da kullanarak 'Az at ama yediğinden çok at!felsefesi ile kolay sayılara gidebilmektedirler.Böyle takımların özellikle hücumda ritmi düşürdükler ve savunmada da sertlik gösterdikleri çokça görülür.NBA'dan örnekle 2004 şampiyonu Detroit, son yılların başarılı play-off takımlarından Memphis,Lebron önderliğinde Clevelandbu tarz bir oyunu maç içinde sıkça kullanmaktadır.Milli takımlar düzeyinde İtalyan ve Yunanistan gelenekleri, Yugoslav ekolünden Sırbistan, Euroleague düzeyinde Maccabi ve Panathinaikos ve Olimpiakos yine bu oyuna yatkın takımlar.Tabiki yine bu takımların bu oyunu bütün maça yaydıklarını söylemek istemediğimi belirteyim. Fakat oyun sıkıştığında veya maç sonunda estetik ve iyi basketbol gözetmedikleri de aşikar duruyor.
Yabi uzun lafın kısası sporun evrimsel veya yaratımsal çıkış noktasının savaş-dövüş olduğunu kabul edecek olursak(veya insan ruhunun karanlık yanlarını kurallar dahilinde tatmin etmekte diyebiliriz :) ,kazanmanın önemi yadsınamaz.Ayrıca işi bu olan profesyonler için bu aynı zamanda bir hayatta kalma mücadelesi halini de alabiliyor.Diğer yandan göze hoş gelen sporcuların başarılı veya başarısız(istikrar da diyebiliriz :) pazarlanmasının kolaylığı da işin cilvesi. Sporun gösteri sanatlarından ayrıldığı nokta da burası olsa gerek. O da başka bir yazının konusu olsun. Vaktiniz için teşekkürler. Görüşmek üzere.
Ozan Özdemir
Comments